TARİH ANLAYIŞI
"Mukaddime'deki tarih felsefesi nev'inin en büyük eseri. Şimdiye kadar hiçbir çağda, hiçbir insan zekası böyle bir eser yaratmamıştır." Toynbee
"İbn Haldun'un hedefi, "masal"cıların masallarını yakmaktır." O, "çağını anlamak için eğilir tarihe. Çünkü her tarih eseri, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak yazarın hayat tecrübesine bağlıdır." Bu hayat tecrübesi de hiç şüphesiz bir kültür ve medeniyet ortamında oluşacaktır. Onun amacı rivayet etmek için tarih yazmak değildir. Onun yaptığı kendisindeki önceki büyük tarihçilerin hata yaptıklarını gördükten ve hesaba katmadıkları başka bir bilimin kuralları olduğu bilincine vardıktan sonra onu aramaya koyulmaktır. Çünkü "onun nazarında tarih küllî bir ilimdir." Yine ona göre "tarih, siklet merkezliği yapan bir bilgidir." İbn Haldun "tarihin bir ilim olduğunu, geçmişi bilmekle insanların hali değerlendirebileceklerini söylemektedir. İbn Haldun bir su damlası nasıl diğer su damlalarına benzer ise bir milletin geleceği de geçmişe aynen benzer demektedir."
Görülüyor ki İbn Haldun tarihe farklı açıdan bakarak "kendisinden önceki tarihçileri rivayetçi anlayış ve metodlarından ötürü yermekte ve tarihte yer alan haber ya da bilgilere yalan karışmasının nedenlerini irdelemektedir." O, daha önceki tarih literatüründen hemen hemen hiç etkilenmeksizin tarihçiliği yeni düşünceler ve yeni bir araştırma metoduyla zenginleştirmiştir.
İbn Haldun tarihi şöyle tanımlar: "Tarih, bir çağa veya bir nesle has haberlerin anlatılmasıdır." Ancak bu anlatımda sosyal hayatın oluşup gelişmesinin nedenlerinin bilinmesini gerekli görür. İbn Haldun'un tarihçiliği yüzeysel değil bir tarih felsefesi geliştirecek kadar derindir. "Tarihin içinde saklanan mana, incelemek, düşünmek, araştırmaktan ve varlığın (kâinatın) sebep ve illetlerini dikkatle anlamak ve hadiselerin vuku ve cereyanının sebep ve tertibini inceleyip bilmekten ibarettir. İşte bundan dolayı tarih şereflidir ve hikmetin içine dalmıştır."
İbn Haldun'un olaylardaki temel sebeplerin önemine işaret etmiş olması bir çok yazar tarafından determinist, pozitivist, tarihi materyalist, ampirist ve rasyonalist gibi haksız tanımlamalara yol açmıştır. Hatta İlyas Ba-Yunus ve Ahmed Ferid, "İbn Haldun'un İslam'a hizmet amacıyla eserlerini kaleme aldığı pek söylenemez" şeklinde hayret verici ifade kullanmaktadırlar.
Oysa, "temel ve ilk sebep olarak Allah'ı, Allah'ın iradesini kabul ettikten sonra, cereyan eden olayların görünürdeki maddi sebeplerini (adetullah'ı, sünnetullah'ı) incelemek, olaylarla sebepler arasındaki sebep-sonuç bağını ortaya koymaya çalışmak -bazılarının zannettiği gibi- materyalist olmayı gerektirmez."
Doğrusal (linear) bir tarih görüşüne dayanan modernizme göre, Ülken'in de belirttiği gibi "İbn Haldun tamamıyla terakki (ilerleme) aleyhtarıdır. Herşey hareket ettiği noktada nihayet bulur ve yeniden başlar." Doğrusal bir tarih görüşüne sahip olmaması onun "modern" değil İslami geleneksel bir çizgide olduğunu gösterir. İkbal, İbn haldun'un Mukaddimesinin bütün ruhunun Kur'an-ı Kerim'den aldığı ilhama dayandığını belirtir. "İlerleme, Avrupalıların yakın zamanlarda geliştirdikleri bir anlayıştır ve modern olmak "ilerlemeci" olmaktır." İslam alimleri için ise tarih çevrimsel (cycle)* bir şekilde gelişir. "Tarih bu yüzden tekerrür etme eğilimindedir. Ancak tarih aynı aktörler, olaylar şeklinde tekrarlanmaz. Olaya sebebiyet veren boyutlar yine de aynıdır: mekan ve insan tabiatı. Merkezde "Mükemmel insan" olarak Rasulullah yer alır. Bütün zaman kesitlerinde yaşayan insanlar için ana cazibe kaynağı asr-ı saadettir. Müslüman hangi mekanda ve zamanda olursa olsun fıtrat eksenine bağlı olarak "niteliği" temsil eder. Yükseliş, düşüş Allah"ın iradesi içinde insanların fıtrata olan yakınlık ve uzaklığına göre değişir." İbn Haldun'un dairesel tarih anlayışı çağının bedbin yapısından veya kaderci olmasından değil, İslami'ın dinamik evren anlayışından dolayıdır.
Hayat yolunda insanın sürekli ilerlediğini, dahası tarihin sürekli ilerlediğini ileri sürmek hayatın gerçekleriyle bağdaşmıyor. Çünkü insanlar da, toplumlar da başladıkları noktanın gerisine düşmüş olabiliyor. Fakat başlanan noktanın gerisine düşmüş olmayı her yönüyle kayıp saymak ta gerekmiyor. Bir ilerlemenin kaydedilemediği, dahası bir gerilemenin tespit edilebildiği durumlarda bile işin içinden bir olgunlaşma ile çıkıldığı söylenebilir.
Şunu da belirtmeliyiz ki Kur'an'a göre toplumlar da bireyler gibi canlı organizmalardır. Onlar da tıpkı insanlar gibi doğar, büyüyüp gelişir ve nihayet ölüp giderler. A'raf Suresi 34.ayet bu gerçeği evrensel bir kanun halinde şöyle veriyor:
"Ve her toplum için bir vade belirlenmiştir. Öyle ki, vadeleri dolduğunda onu bir tek an olsun, ne geciktirebilirler ne de öne alabilirler." (Ayrıca bk. Yunus, 149; Hicr, 5; Mü'minun, 43)
Yine Kur'an'a göre milletler topluca değerlendirilir ve kötü hareket ve davranışlarının cezasını hem bu dünyada hem öbür dünyada çekerler. İbn Haldun'un vurgulamak istediği noktalardan biri de işte budur. O bu noktaya, Fındıkoğlu'na göre, ömr-i beşerle ömr-i cemiyeti analoji ile yaklaştırarak, bir başka ifade ile biyolojik determinizmini içtimai determinizmle devam ettirerek ulaşmıştır. Böylece o, bütün kanunları "bir"e irca etme niyetini43 ortaya koymuştur.
İbn Haldun'un determinizmi hakkındaki M.Armağan'ın görüşüyle bu bölümü bitirelim. "Nedensellik düşüncesinin İbn Haldun'un sistemindeki yeri oldukça belirleyici. Şu halde İbn Haldun, olaylar arasında nedensellik bağı olduğuna inanmaktadır ama bu onu bir "fenomenizm"e götürmez. Olaylar arasındaki nedensellik bağını, tabiî ve toplumsal kanunlardan ilahi kanunlara doğru yükselen bir spiral şeklinde düşünmektedir. Bunların uygulanış alanları ve düzeylerinin farklı oluşuna karşın hepsi ilahî kanunda birleşmektedir." Açıkça anlaşılıyor ki onun nedenselliğinin temelinde sosyolojik değil, moral ve dinî faktörler bulunmaktadır.