TÜRKİYE CANIM FEDA


     MUKADDİME
     ZİYARETÇİ DEFTERİ
     BİRAZ TEBESSÜM
     ÖDEV BANKASI
     => Tekerleğin Bulunuşu
     => Şehirlerin Adlarının Anlamı
     => Sismograf
     => Sigara Tarihi ve Zararları
     => Piri Reis Kimdir
     => Osmanlıda ilkler
     => Niçin Gülüyoruz
     => Mehteran
     => Karakutu
     => Jeotermal Enerji
     => İstiklal Mahkemesi ve Tarihçesi
     => ilk Türk Parlementosu
     => Hacivat ve Karagöz
     => Güneş Tutulması
     => Evren Kaç Yaşında
     => Demir Nerden Nereye
     => Daktilonun icadı
     => Çömlekçiliğin Tarihi
     => Avrupa Tarihinin 10 Yalanı
     => Avrupalı Devletlerinin Osmanlı Politikaları
     => Aspirinin Özellikleri
     => Anneler Günü Nasıl Ortaya Çıktı
     EĞİTİM DOSYALARI
     5.sınıf zümre
     Toplam Kalite
     Sınıf Yönetimi
     Kitap Okumanın Önemi
     BİLİYORMUSUNUZ
     Sevgi Programı
     İnternet Aşkı
     Garip Yasaklar
     Bilgisayar Acemisi
     Mırra
     ÖNEMLi GÜNLER
     Atatürk Haftas1
     Anneler Günü
     Cumhuriyet Bayram1
     Çanakkale Zaferi
     19 May1s
     ilköretim Haftas1
     istanbul'un Fethi
     Kütüphane Haftas1
     Ögretmenler Günü
     Zafer Bayram1
     KPSS GENEL KÜLTÜR
     Anayasa Hukuku özet
     100 Soruda İdari Hukuk
     100 Soruda Anayasa
     Anayasada 30 Kaide
     Anayasada 50 Kaide
     Genel Türk Tarihi
     islamiyet Öncesi / Osmanlı Devleti
     Osmanlı Tarihinde İlkler
     Dünya Tarihinde İlkler
     Türklerde Kültür ve Medeniyet
     KPSS EĞİTİM BİLİMLERİ
     Bilgiyi işleme kuramı
     Tolman işaret öğrenme
     Sosyal öğrenme kuramı
     Rehberlik Nedir
     Rehberlik Türleri
     Bireyi Tanıma Teknikleri
     REhberliğin Diğer Hizmetleri
     Rehberlik Örgütlenmesi
     Program Geliştirme Temel Kavramlar
     Program Tasarım Yaklaşımları
     Program Öğelerinden Hedef
     Program Öğelerinden İçerik
     Program Öğelerinden Eğitim Durumları
     Program Geliştirme Çalışmaları
     Program Öğelerinden Değerlendirme
     rogram Geliştirmede Planlar
     MEB'in Yapısı
     Eğitimde Ölçme
     Eğitimde Değerlendirme
     Ölçme Araçlarında Bulunması Gerekenler
     Ölçme de Değerlendirme Yaklaşımları
     Eğitimde Kullanılan Ölçme Araçları
     Ölçmede Test ve Madde İstatistikleri
     Öğretim Stratejileri
     Tam Öğrenme Modeli
     İşbirlikçi (kubakış) Öğrenme
     Çoklu Zeka Kuramı
     Yapısalcı Öğrenme Kuramı
     Yaratıcı ve Yansıtısı Düşünce
     Türk Milli Wğitimin Temel İlkeleri
     Eğitim Durumunun Özellikleri
     Öğretim Yöntemleri
     Öğretim Teknikleri



Geçmişten Geleceğe Bir köprüdür - Demir Nerden Nereye


XIX. Yüzyılın başlarına kadar gözler hep Roma ile Yunan’daydı. Çağdaş uygarlığımız yalnız bu iki kaynağa indirgenmekteydi. Bu görüş Napolyon’un Mısır seferiyle değişti. Onunla birlikte Mısır’a giden bilginler, icat ve anıttan yana zengin bu iki uygarlıktan, çok daha eski bir uygarlığın varlığını şaşkınlık ve hayranlıkla gördüler. 1842′de ufuk daha da genişledi; Fransa’nın Musul başkonsolosu Botta, Mezopotamya’nın antik anıtlarını ortaya çıkardı. Bunu, öteki uygarlıkların, (Sümerler, Babilliler, Egeliler, Hititliler, Ukrayna’dan Moğolistan’a uzayan steplerde yaşayan göçebe halk) tanınması ve incelenmesi izledi.

Bugün Atina ve Roma gözümüzde parlak olmakla birlikte uygarlık tarihinin bir ayrıntısından başka bir şey değildir. Birçok belli başlı teknik icatları artık onlara mal edemeyiz. Biliyoruz ki bunlar. Roma saltanatının ya da Yunanistan’ın ünlü filozoflarının gölgesinde değil, zaman zaman büyük imparatorluklar kurmakla birlikte sonradan unutulmuş Asyalı toplumların eserleridir. Yukarıda sabanın, koşumun, gemin bu halkaların icatları olduklarını görmüştük. Ama tereyağının İşkillerin icadı, demirin de (M.Ö. 1300′de) Mitillerin icadı olduğunu kaçımız biliriz?

Demir madeni daha önceden de biliniyordu; Hititlere borçlu olduğumuz, “demir sanayii”dir. M.Ö. 2950′de Ur’da bir demir balta; M.Ö. 2840-M.Ö. 2700′den gelen Sümer kalıntıları arasında ve Keops Piramidi’nde demir silâhlar bulunmuştur. Ancak o zamanlar, son derece az bulunan bir maden olduğundan demir değerli eşyalardan sayılıyordu. Hammurabi zamanında (M.Ö.2000) Babil’de demirin değeri gümüşünkinden sekiz kat fazla ve altının dörtle üçü oranındaydı. Günümüz de bol rastlanan bu madenin o zamanlarda bunca ‘ender oluşu’nun sebebi neydi acaba?

Çünkü demirin elde edilmesi bakır ya da tunçunkinden daha güçtü. Bakırı eritmek ve toprağından ayırmak için 1.083 derece ısı yeterlidir. Tuncun yapımında kullanılan kalaysa daha kolay (232 derecede) erir. Demirin eritilmesi için 1.535 derecilik bir ısı gereklidir. Bundan başka, maden cevheri oksit şeklinde olduğundan, bunu oksijenden ayırmak için çok miktarda redüktör’e yani indirgeme işlemini yapacak bir aracıya, özellikle karbona ihtiyaç vardır, işte bu iki şart, bakır ve tunç metalürjisinde (madenleri ve arıtılmalarını inceleyen bilim.) kullanılan fırınlarla gerçekleştirilemiyordu. Bunu, M.Ö. 1700′de yapılmış bir Mısır resminde gördüğümüz, ayakla işleyen körüklerle yapmak ve gerekli miktarda oksijeni maden cevherinden alacak maddeyi sağlamak imkânsızdı.

Demiri herkesin kullandığı bir maden haline getirenler, Hititler oldular. Bunun için de yüksek fırınlardan yaralandıkları kuşku götürmez. Böylece, tunçtan yapılmış ağır silahlar, zırhlar ve kalkanlar, yerlerini demirden olanlara bıraktılar. Arkeologlar, Korsabad’daki II. Sargon’un sarayında bu silahlardan ve araçlardan 160 ton bulmuşlardır.

Demir, Yakın Doğu’dan Mısır’a ve Dorların yaşadığı Balkanlara doğru hızla yayıldı. M.Ö. 900 yıllarına doğru Avrupa’da görülmeye başlanan bu madeni Avrupalılara tanıtan her halde Dorlar olmuşlardı. Doğu Asya, demiri aynı çağlarda benimsedi. Delhi’de, M.Ö. IV. yüzyıldan kalma 17 metre yüksekliğinde ve 17 ton ağırlığında büyük bir sütun bulunmaktadır. Vierendeel: “Bugün bile değme atölyelerin gözünü korkutacak böylesine dev gibi bir parçanın imalinde kullanılan madeni Hindular nasıl eritmiş ve nasıl çalışabilmişlerdir, insan şaşıyor,” diyor.

Tabii demir önce yalnızca askerlikte kullanıldı. Ağır tunç kılıçlar, demirden yapılmış ince, hafif ve uzun kılıçların karşısında ‘âciz’ kalıyordu, öte yandan mızrak, ok ve yay daha kullanışlı biçimde yapılmaya başlandı. Gem ve mahmuz hafifledi. Bunu ev eşyaları ve günlük hayatla kullanılan öteki araçlar izledi. Bıçak, testere, zincir vb. demircilerin atölyesinden çıkmaya başladı. Bu arada makas da icat edildi. Önceleri makas sadece savaşçıların saç ve bıyıklarını kesmekte kullanılıyordu. Bir süre sonra mücevherler de demirden imal edilmeye başlandı.

Demirin gelişmesini izlemek, çok öğreticidir. Yakın Doğulu bir halkın zekâsının ürünü olan bu maden Asurlulara< kan dökücü egemenliklerini bütün Yakın Doğu’ya yaymaları imkânını vermiştir. II. Sargon, Assurbanipal gibi kralların ün kazandığı bu imparatorluk, kendi içinde eriyen Sümer, Mısır ve Babil gibi eski uygarlıkların mirasçısıydı. Asya’nın bu dev temsilcisi karşısında, Avrupa’nın ne önemi olurdu?.. Sadece Yunan dünyasının meydana getirdiği küçük bir ışıklı nokta dışında. Güneybatı Almanya’dan göç etmiş tarımcı bir halkın Keltlerin, birkaç yüzyıldan beri içinde yaşadıkları karanlık, sessiz ve kısır bir dünya, Kelt köylerinin yoksul kulübeleri,. Babil’in, Knosos’un Ninova’nın sanat eserlerinden ve banyolu konutlarından çok uzaklardaydı. Ve Avrupa’nın günün birinde bunları aşacağı, o dönem için aklın hayalin almayacağı bir şeydi.

Bununla birlikte M.Ö. 612′de heybetli Asur yapısı çöktü; Ninova, ateşler içinde yok olup gitti. Yıkıntılarından başka bir imparatorluk yükseldi: Pers İmparatorluğu. Sınırları daha da genişleyen bu devlet, Akdeniz’e kadar uzandığı Hellen kıvılcımı, Batı’nın yoğun karanlığında henüz pek güçsüz bir ışıktı.

DEMİR VE DÖKME DEMİRİN ZAFERİ

Bu önemli gelişmenin öncüsü, “çelik sanayinin babası” diye adlandırılan John Wilkinson’dur (1782-1808). Madencilik, araçlarını ve tekniklerinin birçoğunu ona borçludur. Hadde makinesini 1552′de Nurenberg’de Bruler adlı biri icat etmiş; iki yüzyıl sonra Fransız Chapitet, madeni oluklu iki silindirin arasından geçirerek “profil” (U,T ya da köşeli vb.) demir imal etmişti. Wilkinson, bunun kullanma alanını o derece genişletti ki, XIX. yüzyılın eşiğinde mimarlar, mühendisler ve makine yapımcıları her türlü ihtiyaca uygun boy ve biçimde madeni levha bulabiliyorlardı.

Wilkinson 1774′te boru biçimindeki madeni eşyaların içini “perdahlama’ ve bir de ‘delme’ makinesi icat etti. O tarihe kadar Fransız Nicolas Focg’un icadı olan (1750) ‘delici’den geliştirilmiş bir araç kullanılıyordu. Wilkinson bu aracı mükemmelleştirerek top namlularına uyguladı. Onun sayesinde yepyeni bir ‘araç-makine ailesi’ türedi. Bu aile yetenekli iki teknisyenin (İngiliz Joseph Bramah (1749-1814) ve Fransız Marc Brunel (1769-1849) çalışmalarıyla daha da gelişti. İkisi de tarımcı çocuklarıydı; mutlu bir rastlantıyla sanayi alanına atılmışlardı.

Bramah bir yığın icatlar ortaya attı (sözgelişi, bira tulumbası). Ama, asıl ona büyük ün sağlayan “hidrolik pres” (1796) oldu. Brunel, “delgi makinesi”, “yuva açma makinesi” ve “perdahlama makinesi” yaptı. Bundan başka Liverpool’da rıhtımlar ve doklar, Londra’da Thames’ın altına bir tünel inşa etti. (1824-1842). Henry Bramah’nın hidrolik presinin işlerken kuru kalmasını sağlayan, eski öğrencisi Maudslay’in (1771-1831) pistonları deriyle kaplaması oldu.

XVIII. yüzyılın sonlarında mühendisler bu tür araçlara sahip olduktan sonra odunu bir yana itip yerine maden kullanmaya başladılar. Maden zaten buhar makinesi için zorunluydu. Araçlar, sonra da en çeşitli mekanizmalar madenden yapılmaya başlandı. XVIII. yüzyılın sonundan on yıl kadar önce. Mühendis John Rennie’nin (1761-1821) yaptığı, dişli çarklılara kadar bütün aksamı madenden olan ilk buharlı değirmen İngiltere’de dönmeye başladı.

Bununla birlikte yapımcılar, kalıba dökmeye son derece uygun olan dökme demiri birçok alanlarda tercih ediyorlardı. XVIII. yüzyılın ortalarından başlayarak İngilizler, dökme demirden çok çeşitli dökme eşyalar yaptılar: 1738′de ray, 1755′te vagon tekerleği, hidrolik çarklar ve kazanlar… 1773′te teknik, madenden bir köprü yapmaya karar verilmesiyle bir atılım daha yaptı.

Köprü yapımcıları bundan önce de maden köprü inşa etmek hevesine kapılmışlar, 1755′te Lyon’da üç kemerli bir köprü yapmaya kalkışmışlardı. Ama bu tasarı zamana göre aşırı ileriydi. 1773′te İngiltere artık bu iş için olgunlaşmıştı. Darbylerin fabrikaları, yakınlarında bulunan Severn ırmağının üstüne ilk “demir köprü”yü attı. 1779′da trafiğe açılan ve hâlâ sapasağlam duran bu köprü, zamanında bir şaheser olarak karşılanmış, yapımcısı Abraham III. Darby “mühendislik ve mimarlık sanatına yeni ufuklar getiren öncü” olarak kutlanmıştı.

Dökme demir köprüler birbirini izledi: 1796′da Sunderland’da 1804′te Paris’te (le pont des arts) 1806′da yine Paris’te (le pont d’Austerlitz) Bu başarılar tutkuları kamçılayınca, dökme demirle büyük binalar inşa etmeyi deneme hevesi baş gösterdi. Fransız mühendisi François Joseph Belanger (1744-1818), Paris’te 1811′de buğday halini 40 metrelik, dökme demir kubbeyle kapatmayı başardı. Dökme demir doruğuna ulaştığı yerde, demir ve hemen ardından çelik onu geçmeye hazırdılar. 1787′de Wilkinson ilk demir gemiyi kızağa koyar, 1796′da Amerikalı Finley ilk asma köprüyü tanıtırken, mimarlar da demiri, yapılarda gizli kalan ‘iskelet’ olmaktan çıkarıp ‘dekoratif (süsleyici) unsur olarak kullanmayı düşünüyorlardı.

Köprüler, gemiler, araç-makineler, kubbeler gibi yararlı teknik uygulamalara rağmen, XVIII. yüzyılın sonunda madenin başlıca kullanıldığı yer hâlâ savaş sanayisiydi. Silah imalâtçılarıyla top dökümcülerinin sanayide yerleri kamu işleri mühendislerinden önce geliyordu. Fransız Devrimi’nin Avrupa’yı karşı karşıya getireceği bütün büyük çarpışmalarda demir, madenlerin kralı oldu. Ordunun ihtiyaçları nedeniyle de olağanüstü gelişimini sürdürdü.

Çelik alanında tüfek, Vauban’dan bu yana değişmemişti. Fransızlar, Devrim ve İmparatorluk savaşlarını 1777′de kullanılan silahlarla sürdürmekteydiler. Bunlar, hâlâ ağızdan döktürülüyorlardı.

Tüfeğe karşılık, top yapımı ilerleme kaydetmişti. Gösterdiği balistik (atış uzaklığı) sorunlardan ötürü matematikçilerin dikkatini çekmiş, bu sayede sağlam bilimsel temellere kavuşmuştu. İngiliz Benjamin Robins (1701-1751), mermilerin silahtan çıkış hızını ölçmek için bir “balistik sarkaç” icat etmiş ve “iç balistiğin” temellerini atmıştı.

İsviçreli Johann Sulzer (1720-1779) da, 1755′te havanın direnci üzerine ilk deneyleri yaparak “dış balistiğin” esaslarını buldu. Bu direncin 1781′de matematik kanununu koyan, Prusyalı Georg von Tempelhof (1737-1807) ve İngiliz Charles Hutton’dur (1733-1824).

Bu kuramlarla kişisel gözlemlerin gösterdiği yoldan ilerleyen Fransız Jean-Baptiste de Gribeauval (1715-1789), yarım yüzyıl boyunca Avrupa savaş alanlarında gürleyecek olan maddeyi buldu. Ondan önce top hâlâ tunçtan yapılıyor, ama önce dolu dökülüyor, sonra delinip perdahlanıyordu. Namlu dibi kapalı olduğundan gülleler hartuçla atılıyor, nişan da nişan çizgisi’ ve ‘nişangâh’la alınıyordu.

Aracın, ’sefer topu’ ve ‘kuşatma topu’ olarak ikiye ayrılması, parçaların uzatılması ve kısaltılmasının yanısıra getirilen tek yenilik standardizasyonuydu. Araçların bölümlerinin aynı ölçüler üzerine imal edilmesi kolayca parça değiştirilmesini sağlıyordu, İngiliz Henry Shrapnel’in (1761-1842) icat ettiği ‘obüs,’ topu daha öldürücü bir araç haline getirdi. İspanya seferinde bu silâhla ilk karşılaşan Napolyon orduları büyük kayıplar verdiler.


www.dostyurdu.com

Hadis-i Şerif
Sitene Ekle
Esma-ul Husna
sitene ekle

Google Pagerank Checker
www.HalilAlpaslan.COM



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol